DOĞUŞ AZEBLER
YAZICIZÂDELER’İN İZİNDE 1400’LÜ YILLARA YOLCULUK
Osmanlı düşünce ve siyasi yapısı, insanlığın dünya ve ahiret saadetini birlikte ele alan İslam inancı üzerine kurulmuştur. Osmanlı toplumunun yönetim yapısını oluşturan umerâ, ulemâ ve mutasavvıfların gayesi, insanların beden ve ruh bütünlüğünü gözetip toplumu buna göre organize etmek, insanlara dünya ve ahiret saadetini kazanma yolunu göstermektir.
Bu bağlamda, 1400’lü yıllarda Osmanlı Devleti gücünü adalet, doğruluk ve Hak’tan alan, hayatın odağında İslam olan bir yapıya sahipti. Devletin benimsediği bu yaklaşım, yönetici, asker veya halk fark etmeksizin toplumu oluşturan bireylere de yansımıştı. Haksız bulduğu padişahı mahkûm etmekten çekinmeyen kadılar, makamından dolayı mağrur olmayan padişahlar, geçtikleri bağlardan kopardıkları üzümün parasını dalına asarak hak sahibine hakkını veren fütuhat orduları bunun en güzel örneğidir. Hz.Peygamber’i rehber edinen müslümanların sahip olduğu bu güzel ahlak, gayrimüslim halkların Müslümanların hâkimiyetini tercih etmelerinin bir nedeni olmuştur. Dönemin önde gelen âlimlerinden olan Yazıcıoğlu Muhammed ve Ahmed Bîcan kardeşler, bu manevi atmosferin içinde yetişmiş ve gelişmesinde önemli rol oynamışlardır.
Tarih, Osmanlı milletinin asilliğine, medeniliğine, insaf, adalet ve merhametine, Hak ve hakikat sevgisine dair hayranlık uyandıran sayısız örneklerle doludur. Osmanlı toplumu, bütün resmi kurum ve sosyal yapılarıyla, İ’lây-ı Kelimetullah için gaza ruhuyla hareket eden bir niteliğe sahiptir. Yeryüzünde iyiliğin hâkim olması, insanların hem birbirine hem de Allah ve Rasulü’ne dost olmaları için bütün imkânlarıyla en güzel gayreti gösterdiler. Seferden sefere koştular, düşmana karşı sebat ederek bir nefes alımı durmadılar. Bu saf niyetlerini ve gaza ruhunu muhafaza ederek, asrın, ilmin ve fennin gerektirdiği her türlü hazırlığı yaparak Allah’ın lütfunu ve yardımını cezbettiler; böylece büyük başarılara ve fetihlere imza attılar. Osman Gazi'nin ifadesiyle zayıf bir karınca gibi geldikleri Anadolu’da, inançtan kaynaklanan güçle, imparatorluk kurarak üç kıtada yer tuttular, şaheser bir kültür ve medeniyet inşa edip asırlarca hüküm sürdüler.
1400’lü yıllar ilme ve âlime büyük kıymet verilen bir dönemdi. Mevlâna, Yunus Emre, Hacı Bektâş-ı Velî, Şeyh Edebali, Hacı Bayram Velî, Akşemseddin, Eşrefoğlu Rumî gibi önemli şahsiyetlerin düşünceleri bu yüzyılda da etkisini sürdürdü. Dönemin padişahlarından Sultan II. Murad ve Fatih Sultan Mehmed âlimlere ve mutasavvıflara büyük değer verdiler. Fatih Sultan Mehmed medreseler kurdurup birçok âlimi İstanbul’a davet ederek şehri bir ilim merkezi haline getirdi. Böylece Osmanlı topraklarına birçok âlim ve ârif geldi. Ömrünü Hakk’a adamış Müslümanlar fetihlerde, yerleşilen bölgelerde, gayrimüslim ahalinin İslamlaşmasında, Müslümanları ahlâken eğitip yükseltmede, hayra ve fethe sevk etmede ciddi roller üstlenerek büyük faydalar sağladılar. İlmin, sanatın, hoşgörü ve zarafetin zirveye çıktığı, komşu ülkelerin gıpta ettiği altın bir dönem yaşandı.
Ahmed Bîcan Efendi’nin Envârü’l-âşıkīn Adlı eserinin ilk ve son sayfaları
Eski çağlardan beri Avrupa ile Asya arasında önemli bir güzergâh noktası olan Gelibolu ve çevresi, beldelerin fethinden önce gönüllerin fethini düstur edinenlerin ilgi alanı olmuştur. Gelibolu, gazâ anlayışını hayat tarzı edinmiş zümrelerin bilhassa yerleşim yeri olarak tercih ettiği bir şehir haline gelmiştir. Yazıcıoğlu ailesi de Rumeli’nin İslamlaştırılması sürecinde böyle bir hareketlilikle Ankara’dan Gelibolu’ya gelen Osmanlı kültür tarihimizin önemli ailelerinden biridir. Kurulan birçok vakıf, cami, tekke ve medresenin faaliyetleriyle zengin bir tasavvufi kültür ortaya çıkmıştır. Bu sayede Avrupa’nın kilidi konumundaki Gelibolu, fetih harekâtının başlangıç noktası haline gelmiştir.
Yazıcızâdeler, Gelibolu Namazgâhı yakınında, bugünkü Hamzakoyu sahiline nazır, bir kayaya oyulmuş iki hücrelik çilehanede yaşamışlardır. Ömürlerini Hakk için halka hizmete adamış olan bu iki güzel insan, maddi ve manevi konumlarıyla toplum tarafından sevilip sayılmışlardır. Bir yandan daima vaaz ve nasihatte bulunurken, diğer yandan da ahalinin ısrarı üzerine kitaplar yazmışlardır.
Zâhirî ve bâtınî ilimlerde derinleşmiş olan Yazıcıoğlu Kardeşlerin eserleri, Hz. Muhammed (sav)’i ve O'nun ahlak anlayışı ile dünya görüşünü 15. yüzyılın ortalarından günümüze kadar taşımışlardır. En bilinen eserleri arasında Muhammediyye ve Envâru’l- âşıkîn yer alır. Muhammediyye’nin el yazma nüshaları çoğaltılarak yüzyıllarca okunmuş, ezberlenmiş, matbu yayın sürecinde de en çok baskısı yapılan eserler arasında yer almıştır.
Hacı Bayram-ı Velî'nin talebesi olan Yazıcızâde Muhammed ve Ahmed-i Bîcan kardeşler, dinin öz kaynaklarına vâkıf, âlim ve ârif kimlikleriyle Peygamber sevgisinin Anadolu’nun bağrına yüzyıllarca salınmasına vesile olmuşlardır.
Yazıcızâdeler Gelibolu’da kaleme aldıkları eserlerinde bu şehirden övgüyle bahsederler. Yazıcıoğlu Muhammed meşhur eseri Muhammediyye’de cihad diyarı dediği Gelibolu’yu Rumeli’nin anahtarı olarak nitelendirip sakinlerinin herkesten önce şefaât olunmasını niyaz eder. Ahmed-i Bîcan ise Gelibolu’yu adeta gâzîlerden, şehitlerden ve dervişlerden müteşekkil kutsî bir belde olarak tanımlar. Gâzîleri küffâr ile cihâd edenler ve nefisleri ile cihâd edenler şeklinde ikiye ayırır. Gelibolu’nun şehitleri de iki kısımdır: küffâr elinde şehit olanlar ve Gaffâr elinde şehit olanlar, yani fenâ makamına erişerek ölmeden önce ölenler.
Yaşadıkları 1400'lü yıllarda ehl-i sünnet anlayışına sıkı bağlılıkları ve Hz. Peygamber’in (s.a.s.) bütün sîretini, hallerini hayata aktarmayı hedef edinen samimi hizmetleri ile Osmanlı insanının inşâsına katkı veren Yazıcızâdeler, her devirde olduğu kadar çağımızda da hem bireylere hem toplumlara rehberlik edebilecek kıymetlerdir.
Muhammediyye’nin Seyyid Mustafa Nazif İstanbûlî hattıyla, el-Hâc Ali Efendi tarafından yapılan 1289 [1872] tarihli taşbaskısının unvan sayfası