zaman

“Geceyi, gündüzü, güneşi ve ayı yaratan O’dur. Her biri bir yörüngede yüzmekte (dönerek gitmekte)dirler.” Enbiyâ, 33


Zaman… Sessiz ama keskin bir bıçak. Geceyle gündüzü, doğumla ölümü ayırır. Ama işrak vakti, zamanın en latif kesitidir; geceyle gündüzün bir olduğu, insanın faniliğiyle ebediyetin buluştuğu andır.

Zaman, insanın elinden kayan su gibidir, ne tutulabilir ne durdurulabilir. Fakat zaman, sadece akıp giden bir nehir değil, insanın ruhuna yazılan kaderi bir noktadır. İnsan, varoluşunu zaman içinde anlayabilir; zamanın sadece bir ölçü birimi değil, bizzat anlamın zeminidir. Zamanı “yaşayarak” anlaşılır; takvimle değil, kalp ile ölçülür.
Azebler Namazgâhı'nda işrak vaktine varıldığında, zaman artık bir takvim değil, bir hâldir. Orada insan anlar ki zaman, yalnız akıp gitmez; her taşı, her yazıyı, her nefesi kendine işler. Çünkü zaman, insanın niyetlerini, dualarını, korkularını, aşklarını, haykırışlarını kendi künhüne dokur. Tasavvufta zaman, hâl ile anlam kazanır. İbn Arabî, zamanın Allah’ın isimlerinden biri olduğunu söyler. (Fütûhâtü’l-Mekkiyye) “O, zamanın kendisidir” (Sahih-i Müslim'de (Hadis No: 2246) ve Sahih-i Buhârî'de (Hadis No: 4826)) hadisine dayanarak, zamanın Allah’ın kudretinin ve tecellisinin bir tezahürü olduğunu ifade eder. (İbn Arabî, Fütûhât, c. II, s. 661) Bu yaklaşımı anımsamak, zamanı sekülerleşmiş bir araç olmaktan çıkarmakta, esas manayı teslim ederek onu ilahi hakikatin akışı, kainatın nabzı yapmaktadır.

Modern psikolojide ise zaman algısı, insanın iç dünyasıyla doğrudan ilişkilidir. Mihaly Csikszentmihalyi, Flow kavramını açıklarken, zamanın “akan” ve “donan” boyutlarından bahsetmektedir. Ona göre, insan anlamlı bir eyleme odaklandığında zaman akar, anlamsızlık içinde ise zaman donar. (Csikszentmihalyi, Flow, 1990)  Bu bakış, tasavvufun “hâl” kavramına yakındır; zira Sühreverdî de, zamanın aydınlanma (işrak) anlarında genişlediğini, gaflet anlarında ise karardığını yazmıştır. (Hikmetü’l-İşrâk) Mahmud Es’ad Coşan Hocamız, zamanın israfını, insanın kendini israfı olarak tanımlar: “Zaman, insanın ömrünün adıdır. İsrafı en tehlikeli israftır.” (Coşan, Sohbetler)  Çünkü her saniye, insanın ömründen kopan bir parçadır ve insan her sabah yeni bir doğuşla, her akşam yeni bir vedayla karşılaşır. Kur’an’da, Asr Suresi’nde zaman üzerine yemin edilir: “Asra yemin olsun ki muhakkak insan kesin bir ziyan içindedir…”  (Asr, 1-2.)  Müfessirler, burada geçen “Asr”ın hem ikindi vakti, hem çağ, hem de mutlak zaman anlamına geldiğini belirtir. (Taberî, Camiu’l-Beyan.)  Zaman, insan için bir tuzak değil, bir fırsattır. Fakat bu fırsatı gafletle harcayanlar, o zamanı kendilerine düşman ederler. İmâm Şafiî şöyle der: “Ey insan! Zaman bir kılıçtır, sen kesmezsen o seni keser.”
İşrak, zamanın en bereketli anlarından biridir. O vakitte yapılan ibadet, insanın tüm gününü nur ile doldurur. Çünkü işrak, sadece sabahın değil, insanın da yeniden doğduğu vakittir. İmam Gazâlî, işrak vaktini, ruhun saflaşma ve kudretlenme zamanı olarak tanımlar. (Gazâlî, İhya, c. I, s. 308)  Resûlullah (sas), sabah namazını müteakip işrak vaktinde yapılan iki rekât namazın bir hac ve umre sevabı olduğunu buyurmuştur. (Tirmizî, Salât, 59)  Bu, zamanı ibadetle doldurmanın, insanı da dolu kılacağını gösterir. Namazgâh’da işrak vakti, zamanı ebediyete bağlar. Orada, kıymetli zâtların secdeleri, nefesleri, duaları ve hıçkırıkları taşlara sinmiştir. O taşlara dokunduğunuzda, zamanın sadece bir ölçü değil, hafıza olduğunu anlarsınız. Ve anlarsınız ki zaman, dua edenlerin, secde edenlerin, sevenlerin ayak izlerini taşır. Çünkü zaman, insana verilmiş bir ayettir; Allah’ın kudret kitabından bir sayfadır. 

Zamanın en büyük öğretisi, onun geçiciliğidir. İbn Ataullah el-İskenderî, şöyle der: “Zaman geçer, fakat sen geçerken ne bıraktın, ona bak.” (Hikem, 42) Çünkü zamanın akışı değil, insana işlediği anlamdır önemli olan. O yüzden, işrak vakti, insanın zamana değil, zamansızlığa dokunduğu andır. O an, geceyle gündüz hemdem olduğunda insan faniliğiyle ebediyete değmiş olur. Sonunda, insan anlar ki zaman, Rabb’in insana sunduğu en büyük emanettir. Onu gafletle harcamak, emanete hıyanettir. Onu ibadetle, tefekkürle, muhabbetle doldurmak ise emanete sadakattir. Ve işrak, o sadakatin mühürlendiği vakittir. Güneş doğarken, insanın içinde de bir güneş doğar. O doğuşla insan hatırlar: Kiminle olduğunu, kime ait olduğunu, kime döneceğini…
Çünkü zaman, bir takvimden ibaret değildir, insanın Rabbine yürüyüşüdür. Ve işrak, o yürüyüşün en saf, en berrak, en latif adımıdır.