BLOG

varlıkla yalnızlık arasında

“Ben cinleri ve insanları ancak bana (ibadet ve itaatle) kulluk etsinler diye yarattım.”
(Zariyat, 56 / Feyzü'l Furkan)

Varlık… Kalabalıklar, unvanlar, sorumluluklar, başarılar. Yalnızlık… İç ses, kalbin derinliği, Rabbine yakınlık. İnsan, varlıkla yalnızlık arasında yürür; her adımı bir dengedir.

Tasavvuf, varlığı da yalnızlığı da kendine ait kılar. Gazâlî, der ki: “İnsanın en büyük imtihanı, varlıkla yalnızlık arasındaki dengedir. Varlık gurura, yalnızlık gaflete sürükleyebilir. Ama ikisi de Hakk’a bağlanırsa, insanı kemale erdirir. (İhya, c. IV.)

İnsan, kalabalıkta kendini kaybetmemeli; yalnızlıkta da Rabbini unutmamalıdır. Çünkü insan, kalabalıkta görünür olmanın sarhoşluğuna kapılabilir; yalnızlıkta ise vehimlerinin esiri olabilir. Bu yüzden tasavvuf, hem halveti (yalnızlığı) hem de meşvereti (istişareyi) insanın terbiyesi için şart görür. Halvet olmadan tefekkür, meşveret olmadan hikmet eksik kalır.

İnsanın dış dünyanın gürültüsünden çekilmesi, iç dünyasının sesini duymasını sağlar. Ancak tasavvufi yalnızlık, sadece zihinsel berraklık değil, varoluşsal yakınlıktır. Halvet, insanın Rabbine en yakın olduğu andır. İnsan o anda yok olur, Hak ile baki olur. Mevlânâ, yalnızlığı ateşle pişmek olarak anlatır: “Kalabalıkta piş, yalnızlıkta yan.(Mesnevî, VI, 1123.) Çünkü yalnızlık, insanı kendisiyle yüzleştirir; kalabalık ise insanı kendini aşmaya zorlar. Birinde içe, diğerinde dışa büyür insan. Mahmud Es'ad Coşan Hoca Efendi de, yalnızlığı “Rabbe yakınlık” olarak tanımlamıştır: “Yalnız kaldığın anlar, Allah’ın sana ayırdığı vakitlerdir.”

Felsefeye göre insan, yalnız kaldığında varoluşunun çıplak gerçeğiyle yüzleşir. Tasavvufta ise bu yüzleşme, insanı korkutmaz; Allah’a yakınlaştırır. Çünkü insan, hakikatte asla yalnız değildir. Kur’ân buyurur: “Nerede olsanız sizinle beraberdir.” (Hadid, 4 / Feyzü'l Furkan)

Namazgâh içinde Allah’ın huzurunda insan, yalnızdır ama yalnız değildir. Taşlar, rüzgar, kuşlar, dua eden kalpler, Rabbini zikreden her şey, o yalnızlığı cemaat kılar. Orada yalnızlık bile bir cemaat gibidir; çünkü her varlık, Rabbine yönelmiş bir dosttur. Yalnızlık, dostlarla doludur. Çünkü Allah’a yönelen, O’nun mahlukatını da dost bilir. Yalnızlık, insanın Rabbini hatırladığı anlarda en büyük yakınlıktır.

İnsan kendini yalnız sanır; oysa yalnızlığı, Hak’la doludur. 

Mahmud Es'ad Coşan Hoca Efendi de aynı hakikati dile getirmiştir. Kalabalıkların ortasında yalnız hissedenler üzülmemelidir. Allah onların yanındadır. Ama Rabbini unutanlar korkmalıdır; çünkü o an, hakiki yalnızlıktır.

Varlık… İnsan kendini kalabalıkta güçlü hisseder. Unvanlar, alkışlar, şöhret, mal. Ama o varlıklar, insanın asli varlığı değildir. Kur’ân’da buyurulur: “Yer üzerinde bulunan her canlı fânidir..(Yalnız) azamet ve ikram sahibi Rabbinin zâtı, bâkidir.” (Rahman, 26-27 / Feyzü'l Furkan). Tasavvufta gerçek varlık, Allah’ın varlığıdır. Kulun varlığı, O’nun varlığından feyz alırsa değer kazanır.

Yalnızlık… İnsan bazen kalabalıkta bile yalnızdır; bazen de yalnızken kalabalıklardan güçlüdür. Çünkü gerçek yalnızlık, insanın Rabbinden uzak kaldığı andır. Mahmud Es'ad Coşan, şöyle dua etmiştir: “Allah’ım, bizi kendinden gayrısına muhtaç bırakma. Kendinden gayrısına mecbur etme. Kendinden gayrısına güvenmek zorunda bırakma.” (Coşan, Dualar.)

Sonunda insan anlar ki, varlıkla yalnızlık arasında yürürken, asıl olan ne kalabalık ne tenhalıktır. Asıl olan, yürüdüğün her adımda Rabbinle beraber olmaktır. Varlığın seni O’ndan uzaklaştırmasın, yalnızlığın seni O’ndan gafil kılmasın. Çünkü O, hem varlığın hem yalnızlığın sahibidir.