sığınmak ve dayanmak

“Allah öyle bir ilâh ki kendisinden başka hiçbir ilâh yoktur. O, Hayy ve Kayyûm’dur (daima diri ve yarattıklarını gözetip yönetendir ve her şey varlığını O’nunla devam ettirir)…” (Bakara, 255 / Feyzü'l Furkan)

İnsan… Görünüşte her şeyden güçlüdür. Akıl ona verildiğinden beri, dağları deler, şehirler kurar, teknolojiler inşa eder.

Fakat insanın asıl hakikati, sığınmaya muhtaç oluşudur. Geceleyin yatağına uzandığında, gündüz gürültüsünün sustuğu o derin sessizlikte, yüreğinde ince bir korku belirir: Kırılganlığı. Ne bedeninin zayıflığı, ne zihninin karışıklığıdır onu korkutan; asıl korkusu, hiçbir şeye tam olarak hâkim olamamasıdır. İnsan bebekken dahi, annesinin teninde bulur ilk güven limanını. Yetişkin olduğunda, aynı güveni parayla, unvanla, ilişkilerle inşa etmeye çalışır. Oysa tasavvuf, bu güveni sadece psikolojik bir ihtiyaç değil, varoluşsal bir teslimiyet olarak tanımlamıştır. Çünkü hakiki güven, ancak sonsuz kudrete dayanmakla mümkündür. İbn Arabî, şöyle der: “İnsan, kendi nefsiyle baş başa kaldığında en zayıf varlıktır; ama Rabbiyle beraber olduğunda, kainatı aşar. (Fütûhât, II, 450) İnsan, kendi kudret vehminden sıyrıldığında gerçek kudrete yaklaşır. Sığınmak, insanın acziyetinin değil, imanın kemalinin göstergesidir. Çünkü insan, her şeye gücü yeten bir Rabbe sırtını dayadığında, hiçbir korku onu eğemez.

Mahmud Esad Coşan Hoca Efendi, sığınmayı anlatırken şöyle der: “Allah’a dayanmak, yalnızlıktan kurtulmak, korkudan sıyrılmaktır. Kula yaslanan düşer; Allah’a yaslanan yükselir.(Coşan, Sohbetler) Sığınmak, insanı küçültmez; onu hakiki büyüklüğe taşır. Çünkü kul, ne kadar teslim olursa, o kadar emindir. Mevlânâ’nın dediği gibi: “Korkma, Allah varken her şey mümkündür. Ama O yoksa, hiçbir şey yetmez.(Mesnevî, III, 3481) Dua, insanın bu sığınışı kelimelere döküşüdür. İnsan duada kendini bırakır; ama aslında en güvenli limana varır.

Azebler Namazgâhı’nda edilen dualar, işte bu sığınıştan gelir. Kapı üzerindeki kitabe şöyle fısıldar: “Allah, bütün kapıları açandır.” İnsan bazen dünyada kapanan kapıların önünde yıkılır. Bir iş kapısı, bir ilişki kapısı, bir sağlık kapısı… Kapılar kapanır, umut kararır. Fakat dua, insana hatırlatır ki, Allah’ın kapısı daima açıktır. Ve O’na sığınan asla yıkılmaz. Çünkü O, el-Fettah’tır: Her kapıyı açan, her yolu yaratan. “Sana düşen sebeplere sarılmak değil, sebeplerin Sahibine sığınmaktır. Çünkü sebepler gelir geçer, Sahib’i bakidir.(el-Hikem, 66.) Sığınmak, nedensellikten özgürlüğe geçiştir. Felsefede Kierkegaard, “gerçek inanç, aklın bütün hesaplarını bırakıp bilinmeyene teslim olmaktır” der. Bu, insanın en yüksek cesaretidir. (Fear and Trembling)

Azebler Namazgâhı’nda sabah rüzgarı taşlara vurduğunda, insan taşların suskunluğunda bile bir teslimiyet, bir tevekkül görür. Taş, susarak Rabbine sığınır. Rüzgar, esmâ tecellisiyle Rabbine boyun eğer. İnsan da sabah namazında başını secdeye koyarken, o taşlardan sığınmayı öğrenir. Sığınmak, korkunun değil, imanın eseridir. Korkaklar kaçarken, iman edenler Allah’a sığınır. Çünkü sığınmak, zayıflığın değil, hakiki gücün kaynağına tutunmaktır. Kul, Allah’a dayandığında, omzundaki yük hafifler. Dünyanın yükleri ağırdır; insanın sırtı zayıftır. Ama insan bilir ki, Rabbine dayanan, fırtınaları aşar. Kur’ân’da buyurulur: “Şüphesiz Allah, sabredenlerle beraberdir.(Bakara, 153/Feyzü'l Furkan) Sığınmak, sabrın ilk adımıdır. Sabır, teslimiyetle; teslimiyet, sığınmakla başlar. Ve insan, sabırla Rabbine dayandığında, görünmeyen ordular, görünmeyen kolaylıklar onunla yürür.

Sonunda insan anlar ki; sığınmak zayıflık değil, sonsuz Kudret’e yaslanmaktır. Sığınmak, insanın Rabbiyle dostluğudur. Ve insanın en büyük huzuru, kimseye muhtaç olmadan, herkese merhametle yaklaşabilmesidir. Bu da ancak Allah’a dayanmakla mümkündür.