Secde ve Yeniden Doğuş: Azebler Namazgâhı’nda En Güzel Dost’a Yöneliş

Doğuş. Esas mekândan içinde yaşadığımız yeryüzüne doğru bir yöneliş, hakiki evimizden uzağa düşürmesi hasebiyle bir ölüm.

Hakikat bahçesinden dünyaya ölen bizler, burada ölmeden evvel ölmenin; böylece yeniden doğmanın imkanını arıyoruz. Kimi zaman zihnî bir herc ü merc kimi zaman ruhi bir serzenişle, fakat nihayet samimiyetle. Buraya ölmemizi murad eden Yaratıcımız, bize burada ve esas mekanımıza doğmanın yollarını işaret ediyor merhametle. Bu yolların başını namaz ipi çekiyor. Farzı, sünneti, nafilesi ile; sebeb-i varlığımız, Efendimiz’in “gözümün nuru” dediği, kendisine Rabbimiz tarafından sevdirilen namaz.

Allah buyuruyor: “Kulum, kendisine farz kıldığım şeylerden daha sevimli bir şeyle bana yaklaşamaz. Kulum nafile ibadetlerle de bana yaklaşmaya devam eder, ta ki ben onu severim. (Sevince de) artık onun işiten kulağı, gören gözü, tutan eli, yürüyen ayağı olurum...” (Buhari, Rikak, 38.) Yaratıcının bu hitabına muhatap kullar, bu yakınlığın nişanı olan miracı titizlikle icra etmeye gayret ediyor. İşte bu nişanlardan bir nişan; bir sevme, bir yöneliş tezahürü: işrak. İşrak namazı tayin edildiği vakit itibariyle kendini kuşananlara bir anlamı işaret ediyor: doğuş ve doğuşun içerdiği yakîn. Esası itibariyle bir rahmetin kuşattığı gecenin karanlığından, yine bir rahmet ve bereketin tezahürü güneşin aydınlığına doğum; bu doğumla, kendini, böylece Rabbini bilmek lütfuna erişmenin yollarını adımlayan insan. Ve nihayet tevekkül, yakınlık, dostluk…

İşrakla yönelişin anlamını kalplerine ve alınlarına nakşetmiş bir güruhun ve zürriyetinin hafıza mekânına dönüyoruz yönümüzü: Azebler Namazgâhı. Çanakkale Boğazı’na hâkim, eşsiz manzaralı bir tepe üzerinde bulunan namazgâh, işrak ibadetinin anlamını tüm veçheleriyle vaaz eden müstesna bir durak. Bir yönüyle kitabesinde taşıdığı “Allah bütün kapıları açandır.” ifadesi ve “Ya hafiyye’l-eltâf ey gizli lütuflar sahibi olan Allahımız, bizi korktuklarımızdan emin eyle” duasıyla savaşa hazırlanan donanma erlerinin Allah’a yönelişinin bedenleşmiş hali. Taşa giydirilmiş yüksek bir ruh sembolü. Diğer yönüyle üzerine inşa edildiği toprağın, Gelibolu’nun kadim tarihimizdeki “yeniden doğuş/ “doğuşun anahtarı” manasını ihtiva eden bir hafıza mekânı.
Anadolu ve Rumeli topraklarının birleşme noktası olması itibariyle ilmi, kültürel, ekonomik ve stratejik bir öneme sahip olan Gelibolu, bu yönüyle “İstanbul’un kilidi”. İslam’ı hayat nizamı haline getirmek için gaza eden Osmanlı’nın, bu vasfının resmedilmesi bakımından nadide bir şehir. Fetret Dönemi sonrası yıkılma tehlikesiyle yüz yüze gelen devletin, yürüttüğü politikalar ve adil nizam yaklaşımı dolayısıyla adeta yeniden kurulmasına sahne. Ecdadımızı dünya siyaset ve ilim tarihinde başat bir konuma yerleştiren iskân politikasına, ilme, kültüre ve tasavvuf hayatına mihmandar. İşte bütün bunların muhafızı konumundadır Gelibolu. Şehrin bu vasfı nihayetinde onu doğuşun taşıyıcı sembolü kılar. Kutsi bir hanenin nadide bir kilididir o. Zira şehrin manevi kalkınmasında önemli bir yere sahip olan Yazıcızâdelerden Muhammed Efendi Gelibolu’yu Rumeli’nin anahtarı olarak vasıflandırır. Benzer şekilde Muhammed Efendi’nin kardeşi Ahmed-i Bican da eserlerinde şehirden övgüyle bahseder. Ona göre belde, adeta gazilerden, şehitlerden ve dervişlerden oluşan kutsi bir yerdir.
Gelibolu ve üzerine bina edilen Azebler Namazgâhı’nın temsil ettikleri anlam itibariyle işrak ibadeti ile ilişkilendirilmeleri tesadüf değildir. Zira her biri bir yeniden doğmaya ev sahibidir. Denize doğan bir toprağın üstünde, semaya zuhur eden bir secdegâh ve iç içe geçmiş bu hanenin esas misafiri ve sahibi secdede insan! Yeniden doğmanın çarelerini arayan, bunun da Allah’a ve O’na dost olmuşlara, yeniden doğmuşlara dost olmaktan, onlarla “bir” olmaktan geçtiğini anlamış, istemiş, yaşamış insan…
Kendisine dost olarak Allah’ı seçmiş, yeniden doğmanın hakikatine erişmiş bir gönül eri. Mahmud Es’ad Coşan. Bu müstesna beldenin kutsiliğini bu dostlukla geleceğe taşıyacak olan bir Allah dostu. Mürebbi, gönüllere müşfik bir enis. Mahmud Es’ad Coşan, “Dost ve müttefik olarak Allah yeter.” ilkesini tüm varlığıyla izhar eden, kendisine muhabbet besleyen kimseleri bu izharla irşad eden bir önderdi. Hakk’ı yoldaş edinmek onun yegâne hayat gayesi ve düsturu idi. Zira o Allah’ı sevmenin ve O’nun nazarında sevilmenin biricik yolunun O’nun müttefikliğinden geçtiği hakikatine ermişti. Sevenlerine bunu, “Ben Allah’la dostluk istiyorum, Allah’ın beni sevmesini istiyorum” diyerek yine gerçek bir dost edasıyla hatırlatırdı.
“Her dem yeniden doğarız/ Bizden kim usanası” ifadesinin vücut bulmuş bir hali Doğuş Azebler: En Güzel Dost’la yeniden doğmanın, O’nunla imtiyaz bulmanın müstesna bir nişanı. İşrak’ın, kadim tarihimizin, gönül dostumuz Mahmud Es’ad Coşan’ın ve nihayet bizlerin doğuşuna şahitlikle mesut bir seçkin belde. Lütfen istediğimiz bir ikram, bir ihsan “orada birliktelik”; tek bir vücut halinde Ehad’e yönelmek, O’ndanlığımızı O’nunla ve O’nun dostluğunu isteyenlerle aşikâr etmek. Ne bahtiyarlık böylesi. Mübarek olsun! Yeniden doğuşa, sevince vesile olsun!