Sabahla Gelen Dua

Rabbinize (gönülden) yalvararak gizlice dua edin. Çünkü O, haddi aşanları sevmez.
(A'râf, 55)

Sabah. Kâinatın uyanışa, varlığın sükûnetten sese, karanlığın nura dönüştüğü andır. Ve dua, işte o sabahın ruhudur.

İnsan, gecenin yükünü ardında bırakıp güne merhaba dediği ilk anda, bir dua eder, bazen kelimeler bazen de sessiz bir gözyaşıyla. O gözyaşı ki, duaların en sadesi, en hakikisidir. Çünkü söz, bazen ruhun karanlık köşelerine ışık tutmakta kifayetsiz kalır. O anlarda gözyaşı, insanın Rabbine sunduğu en temiz niyaz olur. Azebler Namazgâhı’na vardığınızda, kapı üzerindeki kitabe şöyle fısıldar: “Allah, bütün kapıları açandır.” Ve ardından o dua gelir, kalbinizin en kırık yerine konar: “Ey nice gizli lütufları olan Allah! Bizi korktuklarımızdan emin eyle.” Bu dua, sabahın duasıdır. Henüz güneş doğmadan, insan Rabbine yönelir. Çünkü bilir ki, tüm korkular, tüm dertler ve tüm karanlıklar, O’nun nuruyla dağılır.
Duanın sabahla buluşması, insanın kendi varlığını hatırlaması gibidir. Martin Buber insanın dünyayı “ben-o” ilişkileriyle değil, “ben-sen” ilişkileriyle algıladığında hakikati kavradığını söyler. (Martin Buber, I and Thou.) Bu bağlamda dua, insanın Rabbinin karşısına “ben” olarak değil, “sen” ile tamamlanan bir kul olarak çıkmasıdır. Sabah duası, insanın kendini, Rabbini ve varoluş bağını hatırlamasıdır. Çünkü dua, insanın varlıkta köklenmesidir, köksüzleşen modern çağda bile, sabah duası, hatırlamalar, niyetleri tazelemek insanı özüne çeker, köklerinin Rabbi’nin rahmetinde olduğunu fısıldar. Tasavvuf literatüründe sabah duası, “seher vakti nefesleri” olarak geçer. İbn Atâullah el-İskenderî, şöyle der: “Seher vakti yapılan dua, gecenin karanlığında saklanan sırrı açığa çıkarır. Kim sabah duasında kalbini arındırırsa, gün boyunca Hak ile beraber olur.” (el-Hikem, 45.) Sabah, insanın günle imzaladığı sözleşmedir; nasıl bir dil kuracağını, nasıl bakacağını, nasıl susacağını tayin eder. Günün ilk ışıklarında edilen niyazlar, insanın kalbine bir istikamet çizer. Duasız sabah, pusulasız yolculuğa benzer; yön vardır ama yöneliş yoktur. Mahmud Es’ad Coşan, sohbetlerinde de duanın “ruhun gıdası” olduğu anlaşılmaktadır. Sabah yapılan dua, sadece günü değil, insanın bütün varlığını bereketlendirir. Dua, insanı Rabbine bağlar; o bağ koparsa, insan dağılır. Sabah duası, insanın kalbinin dilidir. İnsan, sabahla dua eder, gönül dua ile sabahlar.

Sabah duasının psikolojik boyutu da küçümsenemez. Viktor Frankl, insanın her sabah bir anlam niyetiyle uyanması gerektiğini, anlamsızlığın insanı yok ettiğini vurgulamaktadır. (Viktor Frankl, Man’s Search for Meaning.) Dua, işte o manayı verendir. Bu, insanın güne bir anlam atfedişidir. Modern insan, kendini tekrarlayan sabahlarda, monotonluğun boğucu griliğinde kaybeder. Oysa dua, sabahı anlamın renkleriyle boyar.
Kur’ân’da sabah duasına dair birçok ayet vardır. İnsan Suresi 25. ayette, “Sabah akşam Rabbinin adını zikret.” buyrularak, bunun günün tamamını kuşatacak bir bereket kapısı olduğu bildirilir. Çünkü sabah duası, sadece bir vakti değil, insanın zaman algısını dönüştürür. Heidegger, zamanın insanı yuttuğunu, insanın kendini zamanı yönetebildiği ölçüde var edebildiğini söyler. (Being and Time) Allah’a niyaz etmek, zamanı yönetmenin değil, zamana rahmetle teslim olmanın adıdır. Çünkü dua, kontrol etmenin değil, teslim olmanın dilidir. Sabah yapılan dua, sabahı insanın kalbine taşır. Sabahın nuru, duanın nuruyla birleşir. Bir hadiste Resûlullah (sas) şöyle buyurur: “Kim sabah namazını kılar, ardından güneş doğuncaya kadar Allah’ı zikreder ve iki rekât namaz kılarsa, ona tam bir hac ve umre sevabı yazılır.(Tirmizî, Salât, 59.) Bu hadis, sadece ibadet sevabından değil, insanın ruhunu hac ve umre gibi arındıran bir seher tefekküründen bahseder. Çünkü dua, insanın kendi içine yaptığı bir yolculuktur; orada Kâbe yoktur belki, ama kalp vardır. Ve kalp, Rabb’in nazargâhıdır.
Bu niyazın edebi yansımaları da derindir. Şehrin sabahı, kulun secdesi ile uyanacaktır. Yahya Kemal, bu atmosferi “Gecenin bitmeye yüz tuttuğu andan beridir / Duyulan gökte kanat, yerde ayak sesleridir / Bir geliş var!.. Ne mübârek, ne garîb âlem bu!..” dizeleriyle anlatmaktadır. Sabah vaktinde, secdesiz bir şehirde hâlâ gri bir örtü hâkimken, sabah dualarının yükseldiği beldeler aydınlık ile bereketlenir. Dua, insanın iç karanlığını deler, sabahın aydınlığıyla insanın varlığını aydınlatır.
Azebler Namazgâhı’nda işrâk duaları, başka bir hal alır. O taşlarda, yüzyılların duası saklıdır. Orada dua, gökle yer arasındaki en sessiz köprü olur. Çünkü bilinir ki, dua sesle değil, hal lisanıyla yapılır. Dua, insanın Rabbine verdiği sözü hatırlamasıdır. Her gün, insanın kendi kendine “Bugün hangi dua ile dirileceğim?” sorusunu sormasıdır. Çünkü zikir, insanı diri tutar. Modern çağ, insanın sabahını çalmış olabilir; ekranlar, alarmlar, koşuşturmalar sabahın ruhunu öldürmüş olabilir. Ama dua, her sabahı diriltir. O yüzden gün doğumunun ilk niyetleri, insanın kendini, Rabbini ve varoluşundaki rahmeti hatırlamasıdır.
Ve insan, sabahla dua eder, gönül dua ile sabahlar. O dua, insanı yalnızca hayata değil, hakikate de uyandırır. Ve hakikate uyananlar için, sabah, sadece bir vakit değil, bir diriliş olacaktır.