Namazgâhın Kalbi
Her mekânın bir kalbi vardır. Kimi zaman bu kalp, toprağın en derin katmanlarında atar kimi zaman bir taşın sessizliğinde, kimi zaman bir mihrabın kıblesinde…
Azebler Namazgâhı’nın anlamı sadece bir ibadet mekânıyla kısıtlı değildir, orası kalbin secdeye hazırlandığı bir avludur. Tasavvufta, her ibadet bir hazırlıktır ki gerçek secde, kalbin Allah’a yönelmesiyle başlar. İbn Atâullah el-İskenderî’nin dediği gibi: “Namaz, bedenin kıblesi; huşû ise kalbin kıblesidir.” (Hikem, 51.) Kıble, somutta coğrafi bir yön olmasıyla beraber, mana aleminde kalbin istikametidir. O yüzden İmam Gazâlî, namazın hem zahirî hem batınî yönlerini vurgulamıştır. (İhya-u Ulûmi’d-Dîn) Ona göre “Kıbleye yönelmek bedenin farzıdır; asıl olan, kalbin de sadece Kâbe değil, Hak Teala’ya yönelmiş olmasıdır.”
Modern düşüncede, mekânın kalbi kavramı özellikle fenomenoloji literatüründe incelenmiştir. Gaston Bachelard, “mekân, içinde yaşayanın hayalleri ve hatıralarıyla anlam kazanır” der. (Gastón Bachelard, The Poetics of Space, 1958.) Ona göre duvarlar, sadece taş yığınları değil, hafızanın ve mananın taşıyıcılarıdır. (Bachelard, 1958) Azebler Namazgâhı’nın taşları da böyledir; her taş, secde eden bir alnın sıcaklığını, dua eden bir gönlün titremesini, ağlayan bir gözün tuzlu izini taşır. Tasavvufun yaygın ifadelerinde aktarıldığı üzere: “Allah, yerleri ve gökleri yarattı; ama insan kalbi, Arş’tan daha geniştir. Çünkü Arş, O’nun kudretini taşır; kalp ise O’nun sevgisini taşır.” (İbn Arabî, Fütûhâtü’l-Mekkiyye, cilt II, s. 661.) Namazgâh, işte o kalbe bir aynadır. Taşlar sessizdir, ama kalbin sesi anda yankılanır.Mekânların insan psikolojisi üzerindeki etkileri incelenirken, özellikle ibadet mekânlarının dinginleştirici ve dönüştürücü etkisi vurgulanır. Daniel Siegel, insan zihninin çevresel mekânla sürekli etkileşim halinde olduğunu ve mekânın insanın sinir sistemi üzerinde doğrudan bir regülasyon etkisi yarattığını ifade eder. (The Mindful Brain) Azebler Namazgâhı’na giren insanın ruhunu saran o dinginlik, taşların huşûsundan, rüzgârın zikrinden, denizin seyrinden kaynaklanır. Bu mekân, insanın kalbini teskin eden bir dergâh gibidir. Namazgâhın kalbi, toprağın kokusunda, taşların serinliğinde, rüzgârın fısıltısında gizlidir. O kalp, her gelenin kalbine dokunur; her dua edeni, kendi hakikatine çağırır. Heidegger, mekânın sadece fiziksel bir varlık değil, insanın varoluşunun sahnesi olduğunu söyler. Ona göre mekân, insanın dünyaya düşüşünün ilk tanığıdır. (Heidegger, 1962.) Tasavvufta ise mekân, insanın Rabbine dönüş yolculuğunun ilk durağıdır. Çünkü mekân, insanı hakikate çağıran sessiz bir davettir.
Mahmud Esad Coşan Hoca da huşu dolu mekanlarda insanlara Rabbin davetini hatırlatmıştır. Allah, kullarına mekânları, hatırlamak için anıları bırakmıştır. Mekânlar somut varlıklarıyla, hatırlamayan kalplere hakikatleri tezahür etmektedir. Azebler Namazgâhı da böyledir. Taşların suskunluğu, insanın kalbine bir ayet gibi dokunur. İnsan, burada yalnız olmadığını, binlerce secdenin, binlerce duanın, binlerce gözyaşının şahitliğinde Rabbiyle buluştuğunu hisseder. Ve insan anlar ki; mekân, Allah’a yürüyen ayakların, O’na açılan ellerin, O’na yönelen kalplerin bıraktığı izlerle doludur. Her taş, bir duadır. Her mihrap, bir niyazdır. Her sütun, sabırla dik duran bir velidir. Ve namazgâhın kalbi, insanın kalbidir. O kalp Allah’a döndüğünde, taşlar dile gelir, rüzgâr secdeye varır; deniz tesbih eder. Çünkü her şey, O’nu anmak için yaratılmıştır.